Yasin Ceylan , Radikal , 19/12/2007
AKP, İslam ve modernleşme
Türk laik kültürünün Avrupa'daki laik rejimlerle paralel gitmediği, AB sürecinde bizden istenen sosyal, kültürel ve ekonomik reformlar göz önünde tutulunca, apaçık ortada
19/12/2007
YASİN CEYLAN (Arşivi)
80 yıldan beri laik bir rejimle yönetilen Türkiye'de, iktidarda din merkezli bir partinin olması, şaşırtan bir hadise olarak, hem yurtiçinde hem de yurtdışında birçok siyasi analizin konusu olmuştur. Ayrıca, böyle bir iktidar, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan günümüze kadar geçen sürede, seküler bir zemine iyice oturmuş olan ordu, yargı ve üniversitelerin, rejim konusunda derin kaygı duymalarına sebep olmuştur. AKP yöneticilerinin, bir taraftan İslami inanç ve yaşam pratiklerine bağlı kalmaları, diğer taraftan, Avrupa Birliği'ne katılım projesi için liberal demokratik değerler bazında reformlar yapması, bu iktidarın düşünce ve niyetleri hususunda kafa karışıklığına yol açmıştır. Aynı iktidar, Batılı değerlere sahip çıkarak, Atatürk'ün dünya görüşünü paylaşmadığı halde, onun ideallerine yaklaşırken, onun ilkelerinin temsilcisi olduğunu iddia eden anamuhalefet, çağdaş Avrupa sosyal kriterlerine şüpheyle bakmakla, onun uzun vadeli emellerinden uzak düşmüştür.Diğer ülkeler
Bu manzara bize, Türkiye'de, hem İslami unsurun, diğer İslam ülkelerindeki İslami akımlardan, hem de, laik unsurun Batı dünyasındaki versiyonlarından farklı bir seyir takip ettiğini göstermektedir.
Türk laik kültürünün Avrupa'daki laik rejimlerle paralel gitmediği, Avrupa Birliği'ne girebilmek için bizden istenen sosyal, kültürel ve ekonomik reformlar göz önünde tutulunca, apaçık ortadadır. 80 yıl önce, laik bir yönetimi, bu yönetimin kaynağı olan Batı'dan almış olan Türkiye'nin, neden hâlâ aynı noktada kaldığı, neden laik kültürün kaynağındaki gelişmeleri kendi hanesine aktarmadığı, ayrı bir analiz konusudur. Ancak burada, kısa, birkaç söz söylenebilir: Batı'da laik rejimler, din-dünya kutuplaşmasından sonra, galip gelen antitez olarak yerleşmişken, bizde, ithal edilen yeni bir ürün olarak takdim edilmiştir. Cumhuriyet'in kuruluşundaki diğer bazı reformlar gibi, zihinsel altyapısı henüz hazırlanmamıştı. Hatta, dine alternatif bir dünya görüşü iken İslam'la uzlaşan bir nazariye olarak sunulmuştur. Laikliğin meşruiyeti için İslam'dan fetva gereği, o yanlış başlangıcın bir mirasıdır. Nedense bu ülkede zıtlıkların açıkça çarpışmasından hep korkulmuştur. Yüzeysel bir uzlaşma uğruna, çatışan unsurların kimlikleri ya gizli kalmış ya da çarpıtılmıştır.
Laik dünya görüşünün yerleşmesi için vazgeçilemeyecek şart, zihinlerin eleştirel düşünce sürecine geçişidir. Başka bir deyişle, transandantal kaynaklara bağlı değişmez dogmalardan kurtulup, kaynağı dünyanın ötesine geçmeyen değişebilen prensiplere geçmektir. Bu da, zihinlerde şüphe unsurunun aktif hale gelmesiyle mümkündür. Modernitenin temelinde, tüm teorik önermelerde şüphe etme hakkı yatar. Bütün radikal devrimlerde gerekli olan mevcut anlayışın sistemli eleştirisi, Cumhuriyet devrimlerinde yeterince yapılmamıştır. Bu sebeple, laik prensipler, yeni bir dinin dogmaları gibi algılanmıştır. Tanrı merkezli bir yaşam tarzından insan merkezli bir yaşam biçimine geçişin heyecanı yaşanmamış, sadece yaşanmakta olan bir dinden henüz bilinmeyen bir dine geçişin endişeli ruh hali yaşanmıştır.
Vahim yanılgı
Bu sebepledir ki Türkiye'deki laik kesimler, laikliği, kavram dinamiklerinden yoksun, dince yasaklanmış birkaç günahı işlemekten ibaretmiş gibi algılarken, dindar kesimler, onu sadece din-devlet işlerinin ayrılığı olarak kabul etmişlerdir. Bu vahim yanılgının bir ifadesi, sayın Başbakan'ın "Devlet laiktir, ama birey laik olmayabilir" sözüdür. Bu sözün bir yorumu, laiklik sadece din ve devlet yönetiminin birbirinden ayrılması demektir. Bunun ötesinde bir şey değildir. O zaman, laik bir rejimde bireylerin kafasını herhangi bir şey doldurabilir. Dinsel dünya görüşü bu şeylerden biridir. Buna göre, devletin yönetim çarkı, dine dayanmadığı sürece, o ülkedeki rejim laik bir rejimdir; böyle bir devletin başına dünya görüşü bir dinin inançlarına dayanan bir kişi oturabilir. Eğer bu yorum isabetliyse, AKP iktidarı bunun somut örneğidir.
Laiklikten yana halinden hoşnut görünen AKP iktidarı, laik yaşam felsefesini keyfi olarak, içi boş ruhsuz bir düzeneğe indirerek, onun temel kavram ve değerlerini yadsımış veya çarpıtmıştır. Karşılarında teoriden yoksun yetersiz bir muhalefet de olunca, bu konuda başarılı görünmüşlerdir. Halbuki laik bir rejimde elbette dindar bir fert bulunabilir. Bu ferdin din anlayışı öznel bir metafizik fanteziyi geçmiyorsa, günlük eylemlerinde dinsel onay beklentisi yaşamıyorsa, bu ferdin durumu laik rejimle çelişmez. Ancak laik bir rejimde, bir ferdin din kabulü, onun tüm dünyasını kapsıyorsa, her eyleminde dine uyumluluk, tanrı emrinin yerine getirilmesi endişesi taşıyorsa o kişi, elbette laik toplumda yaşamaya devam eder, ama marjinal bir vatandaş olarak. Hele o kişi, öznel doğrularını nesnel doğrular olarak hemcinslerine yaymaya çalışınca, rejim hakemlerince suçlu addedilir. Bu tavrın meşruiyeti tarihsel bir gerçekliktir.
İdeal demokratik özgürlükler savıyla bu gerçeklik 'haksızlık' diye nitelendirilemez. Bir rejimin, kendisiyle temel yargılarda çakışan bireylerin saldırılarına, özgürlük adına cevaz vermesi, kendisine inanmaması demektir. Bu da yeni özgürlüklerin kazanılması bir tarafa, mevcutları da tehlikeye sokar. Eleştiri meşruiyetinin kriteri, tarihsel bir dönemde egemen olan bir dünya görüşünün temel yargılarının tüm taraflarca paylaşımıdır. Ancak, mevcut dünya görüşünden daha geniş erdemler sunan yeni bir dünya görüşünün kök ilkeleri, yürürlükteki yaşam tarzının kurucu prensipleriyle doğal olarak hesaplaşacaktır. Bunun metodolojisi farklıdır. Bu yazının konusu da değildir. Hem böyle yeni bir dünya görüşünün belirtileri, dünyanın medeniyet merkezlerinde henüz ortaya çıkmış değil. Diğer taraftan, Türkiye'de mevcut rejimle mücadele eden kimseler, yeni bir dünya görüşünün savunucuları değil, terk edilmiş bir yaşam programının dirilticileridir.
'Ilımlı İslam'
AKP iktidarı, basit bir düzeneğe indirgenmiş bir laik rejimde, İslami dünya görüşüne inananların yönetimi olarak, 'ılımlı İslam modeli' biçiminde, yabancı gözlemcilerce dile getirilince, buna hem iktidar ve dinciler, hatta mütedeyyinler, hem de laik geçinenler karşı çıktı. 'Ilımlı İslam modelini İslamı savunanlar, İslam dininden taviz olarak, laikliği savunanlar da laiklikten taviz olarak görmüşlerdir. İki taraf da 'ılımlı İslam modeli'ni reddetmekte ittifak etmişlerdir, ancak ayrı gerekçelerle. İki tarafın da yine ayrı gerekçelerle laik dünya görüşüşünü anlamayıp çarpıttıkları gibi. Ancak, iki taraf da hoşlanmayacak ama, AKP yönetim tarzı, bazı görünürdeki unsurlara rağmen, ılımlı İslam modelidir.
Şimdi gelelim "ılımlı İslam modeli'nin analizine. Bu tabir, İslam ile modernitenin bir arada zoraki var oluşuna verilen bir isimdir. Bu zoraki durum nedeniyle, bu tabir, yabancı gözlemci dışında kimseyi memnun etmemektedir. Bu memnuniyetsizliğin gerisinde İslami dünya görüşü ile modern Batı medeniyetinin temel değerleri arasındaki çatışmanın bir sonuca bağlanmaması yatar. 19'uncu asrın son dönemlerinden günümüze kadar, İslam uleması, bu çatışmaya bir çözüm bulamadığı gibi, modernite taraftarları da, İslam dinini sosyal yaşamdan sıyırıp camiye hapsedecek kadar bir üstünlük elde edememiştir. Batı dünyasında modernitenin zaferi kilisenin fetvasına bırakılmadan, çetin bir mücadeleden sonra kazanılmıştır. Kilise, mağlubiyet gibi zorunlu bir durum karşısında teorik bir revizyona uğramış, birey ve toplumun yaşam alanlarından çekilmiştir. İslam âleminde ise, İslam'ın tanrı merkezli kutsal değerleriyle modernitenin insan merkezli dünyevi değerleri arasında zamana yayılan açık bir mücadele olmamış, laik yaşam modeli, Türkiye'de, yeni bir kanunun çıkarılması ve uygulanması gibi, kolay bir yenilik olarak algılanmıştır. Nüfusun çok az bir kesiminin okuryazar olduğu, aydın sayısının fevkalade eksik olduğu bir ortamda, bu tür, aslında çok dramatik olması gereken bir geçiş, bir şekilde tutmuştur. Ancak eğitimin, toplumun farklı tabakalarına yayılmasıyla bu konuda, hem benimseyenler hem de benimsemeyenler nezdinde sorunlar belirmiştir.
Teori ve pratik
Laik yaşam felsefesinin hem teorik ilkeleri hem de pratikteki faydaları bir eğitim modeli olarak yeni nesillere aktarılmadığı için bu yeni anlayış, mevcut olan İslami yaşam modeline, tam anlamıyla rakip olamamıştır. Bu sebeple, Müslüman devletlerin modernleşme adına attığı her adım, karşısında, İslam'dan esinlenen bir direnç görmüştür. İslam dininin Müslüman dünyasında, her türlü değişime karşı koyarak, dirilip, tüm badireleri atlatarak, 21'inci asra güçlü bir akım olarak girmesi, hayret edilecek bir hadisedir.
Ernest Gellner bu hadiseyi İslam'a mahsus bir 'öz'ün yılmadan zaman içinde diri kalması olarak nitelemiştir. İslam'ın bu özelliğinden cesaret alan bazı İslamcı düşünürler, modernleşmenin sekülerleşme (bir bakıma laiklik) olmadan da başarılabileceğini iddia etmişlerdir. Profesör Ahmet Davutoğlu bunlardan biridir. Bu şekilde düşünen Müslüman entelektüeller, modernleşmeyi, sosyal değerler alanındaki bir değişimi gereksiz bularak, sadece, Batı dünyasında mevcut olan bazı bilim ve teknoloji kurumlarının benzerlerinin İslam ülkelerinde kurulması olarak tanımlarlar. Bu yaklaşıma göre, İran İslam Cumhuriyeti, son yıllardaki endüstri ve silah sanayi alanlarındaki hamleleriyle modernleşmeyi başarmış bir ülkedir. Dolayısıyla, hem geleneksel İslam hem de modernleşme pekâlâ bir arada yaşayabilmektedir.
Böyle bir modernleşme tanımının gözden kaçırdığı en önemli husus modernleşmenin teorisi olan modernitenin aslında sosyal değerler ve kavramlar bakımından tarihsel bir devrim olduğu gerçeğidir. Bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler, bu sosyal değerlerdeki değişimin sadece uzantılarıdır. Bu değerler değişiminin başında da, dinsel referanslardan kurtulmak gelir. Bu ilkeyi içermeyen bir modernleşme, orijinaline aykırı düşeceği için, zaten gerçek bir modernleşme değildir.
Şimdi AKP'nin, temelinde modernitenin yattığı, AB'ye giriş şartnamesini kabulü ve bu amaçla bir dizi reform tasarılarını kanunlaştırması ne anlama gelir? Türkiye'de Cumhuriyet'in kuruluşundan beri, Kemalist reformların korunması adına baskı altında tutulan inanç ve düşünce özgürlüğü gibi bazı özgürlükleri elde etmek için mi? Yoksa Avrupa'ya entegrasyonla ekonomik kazançlar mı hedefleniyor? Ancak, bizim taraftan amaç ne olursa olsun, şartları diğer taraf koymaktadır ve bu şartların bir kısmı, sosyal değerler ve kavramlar alanındaki değişimlerdir.
Reform gerektiren bu şartlar, İslami yaşam biçimiyle çelişmektedir. Nitekim, 2005'te zina ile ilgili çıkarılan kanunda, AB ülkeleri, TBMM'ye baskı uygulamış, İslam hukukuna uygun düşecek bir kanunun çıkmasını engellemiştir. Diğer taraftan, türban konusunda özgürlük talebiyle AİHM'ye başvuran kız öğrencileri hayal kırıklığına uğramışlar, özgürlüklerin hukuksal mercii diye bildikleri bu mahkemeden ret cevabı almışlardır. Mahkeme yargıçları, bir bireyin tanrının emrine itaat adına kıyafetini belirlemesini bireysel özgürlükten saymamıştır. Başörtüsünün nedeni dinsel vecibe değil de, bireysel bir seçim, zevk veya hazz olsaydı bu özgürlüğün verilmiş olacağı kanaatindeyim. Daha önce de belirttiğim gibi, günümüz Avrupası'nda egemen olan dünya görüşü, bilinç üzerinde dinsel bir otoriteyi reddetmektedir. Bu da, postmodern savlara rağmen, Batı dünyasında Modernitenin zihinsel kurgusunun devam ettiğinin kanıtıdır. Diğer bir kanıt ise, yazılmakta olan AB anayasa taslağına tanrı isminin, Katolik Kilisesinin tüm, çabalarına rağmen konulmamasıdır.
Avrupa Birliğine hâkim olan zihniyet, böyle bir aleniyet arz ederken, İslami bir kimliği benimsemiş olan AKP yöneticilerinin 'muasır medeniyet'e ulaşmak adına ona doğru koşmaları kolay anlaşılır bir durum değildir. 'Muasır medeniyet', Atatürk'ün kullandığı bir tabirdir. Onun kastettiği, dünkü ve bugünkü Avrupa medeniyetiydi. Onun bu idealinde çelişkili bir durum yoktu. Çünkü, yanında bu idealle ters düşecek bir kimlik taşımıyordu.
AKP'nin ikircikliği
AKP iktidarı için kullanılan ve Türkiye'nin laik karakterini gölgeleyen 'Ilımlı İslam' tabiri, yukarıda açıklamaya çalıştığımız gerekçelere bakılırsa doğru bir nitelemedir. Aynı iktidar için yurtiçindeki bazı laik çevreler tarafından 'Laikliğe sözde değil, özde bağlılık gerekir' gibi itham içeren sözler ve AKP'nin İslamlaştırma gibi gizli niyetlerinin olup olmadığını sorgulayan ifadeler, AKP'nin Batı ile Doğu arasında gidip gelen ikircikli ruh halini ortaya koyan durumlardır.
AKP kurmaylarının İran ve diğer bazı İslam ülkelerindeki şeriata dayalı katı bir İslam modelini benimsediklerini sanmıyorum. Nihayet kendileri de, üç çeyrek asırdan beri uygulanan ve kısmen seküler olan bir kültürde yetişmişlerdir. Müslüman dünyasındaki köktendinci akımlarının hiçbiri, böyle bir avantaja sahip değildir. Ancak, kafalarında, çağdaş değerler ile İslami değerler arasında, yol haritası niteliğinde bir program yoktur. Böyle bir yol haritası, diğer İslami hareketlerin bünyesinde de mevcut değildir. Çünkü yukarıda işaret edildiği gibi Batı Medeniyeti ile İslam arasındaki çatışma, henüz bir sonuca bağlanmış değildir. Bu sebeple, halktan gizledikleri niyetlerinin de olduğu kanısında değilim. Eğilimleri söz konusudur. Bunların nerede ve ne zaman, hangi tarafta görüleceğini kendileri de bilemezler. Geçen beş yıllık iktidarlarında, bu eğilimlerin şartların insafına bırakıldığını gördük.
Prof. Dr. Yasin Ceylan: ODTÜ Felsefe Bölümü
No comments:
Post a Comment